13 Aralık 2014 Cumartesi

İÇİNDE AŞK GEÇEN BİR ŞEY SÖYLESEM MAVİ GÖKYÜZÜ DERDİM

Güneşli bir öğleden sonra, akreple yelkovan bile yer değiştirmeye üşenirken, hiç kimsenin aşka ayıracak vakti yokken ve bunu istemiyorken. Dünyanın bütün şehirleri, yasanan hayatlar, kadınlar, adamlar, ıskalanan aşklar... Ayni anda, ayni yerde ama ayni frekansta olmayan insanlar ve can yakan görünmez duvarlar bir araya toplanmışken... Nereden baksan alfabenin yarısı kadar harf vardi aranızda ve uzaktınız. Elinizin tersiyle sevilmeyi itip sevmeye yüreklendiğiniz zamanlardı fakat yalnızdınız. Bu ne biçim hikaye böyle. Sustum.

10 Ekim 2014 Cuma

TÜM KAFASI KARIŞANLARA

Bazen duygusuz olmak iyidir. Bazen de duygusuz gibi davranmak. İkisi de bir insanın başına gelebilecek en kötü şeylerden ikisi. Dünyada milyonlarca insan varken duygu grafiğin en azından hayatının bu dönemi ısrarla sadece onda duruyor ve sen yokmuş gibi davranıyorsan.. Büyük haksızlık dostum. Duygularını yaşayan açık yarasını gösteren herkesin tartışmasız taşlanması.. Yarayı görenin daha çok kanatması.. Daha çok yara alırım diye yaranın köşe bucak saklanması.. Hepsi acizlik. Hepsi haksızlık. Ama dünyanın düzeni bizi korkak yapıyor. Ve her korkak bir kez korkusuzca yaşamıştır bundan eminim.

19 Temmuz 2014 Cumartesi

ELİMDE KAN, KANIMDA SENDEN BİN ZEHİR

Aşk bazen her şeyden çok öte. Karşındakini ve seni aşıp gidiyor. Aşka düşmüş olan herkes rezil olmadan, yerlerde sürünmeden, gururunu ayaklar altına sermeden kalkamıyor belki de. Her aşka düşmüş bunları bazen hissediyor ama asıl olan duyguları çekinmeden ulu orta yaşamak ve bence bunun nedeni cesaret. Aşkta cesaret uyuşturucu gibi bir şey. Bir süre sonra ruhunu,düşüncelerini, kalbini açık seçik ortaya koymaktan haz almaya başlıyorsun. Çırılçıplak soyunmak gibi. Ama inan ki bedenleri soymaktan daha zor ruhları soymak. Kaybedecek bir şeyin kalmıyor zamanla. Zaten bir kaybının olması seni hayata karşı daha cüretkar yapıyor. Bazen kendine uzaktan bakıyorsun hırçın, saldırgan, cüretkar, histerik.. duyguların olmuş kördüğüm. Canını yakan, o kalbi attıramamak. O zaman ordusu yenilmiş bir komutan, son dakika golünü kaçırmış bir futbolcu, çocuklarına mahcup olmuş bir baba, aldatılmış bir kadın, yetim kalmış bir çocuk.. Bir anda herkes oluyorsun. Tüm çaresizlerin, tüm yeniklerin acısından bir parça sırtına yüklemiş gibi. İnsan her şeyi az çok kabul ediyor da sevilmemek işte bunun tarifi hiç bir kitapta, filmde ya da arkadaş sohbetinde yok. Ne kadar güçlü olsan da ve gitmen gerektiğini bilsen de bir an geliyor ve olduğun yerde çakılı kalıyorsun. Hayatımdan çık, uzaklaş derken bile alt metinde ben gidemiyorum işte bir iyilik yap ve sen git demek geliyor bazen sadece elinden. Bazen bu kadar çaresiz, bu kadar basit.

27 Mayıs 2014 Salı

YAZAMAMAK, OLAMAMAK (Bir olumsuzluk eki hikayesi)

Bazen düşünüyorum da, bilhassa yürürken. Yürürken kendi kendime felsefe parçalamaya, edebiyat yapmaya bayılıyorum nedense. İnsanlar daha çok görmüyor daha çok duymuyor yürürken benim için. O yüzden rahatım. Yürürken herkes oluyorum. Daha çok sen oluyorum. Ne düşündüğünü o kadar çok merak ediyorum ki. Yolları eze eze yürürken hep aynı noktaya takılıyorum. Korkarım ben çok düşünüyorum. Ama bir faydası yok hâlâ anlamıyorum. Asla cevap bulamayacağım sorular var. Atomu parçalamaya ya da coca colanın formülünü bulmaya adasaydım kendimi inan daha çok yol katetmiştim. Ben galiba bilmiyorum. Ama şunu biliyorum. Kaybetme korkusu sarmışsa insanın içini bazen çok sevse de sıkı sıkı saramaz. Olur işte, gelir öyle bir mallık. Olmaz demeyin. Böyle yaparsa daha az üzülür zanneder. Düşünmez. Oysa ki arkadaşım salak mısın, madem bir savaşa girmişsin nedir bu tırsaklık. Asıl sıkı sıkı sarmazsan elinden kayıp gidecek. Kendini koruduğunu zannederken asıl çelmenin büyüğünü kendine atan çocuk. Ah be çocuk büyümek, zırhlarını takıp, savaş boyalarını sürmek bu sefer korumadı değil mi. Hâlâ o çok sevdiğin uzun cümleleri yazamıyorsun, bazı şarkıları dinleyemiyorsun ve hala her şey aynı. Zaman geçip giderken sana bulaşmasın istiyorsun. Ama biliyor musun çok şey istiyorsun. Bir amaç aramana gerek yok, geldiği gibi yaşamalısın belki. Ama ya içinden hiç bir şey gelmiyorsa.. Ve hala hiç bir cümleyi tamamlayamıyorsan.. Bütün bunlar bir yana, gerçeği iliklerine kadar hissediyorsan ve artık kendini kandırmıyorsan..Aferin çocuk. Yarın yeni bir gün. Yarın yeniden güleceksin. Yarın yeni yeni yeniden kendini tedavi edeceksin. Ara ara dellenip gene buralarda saçmalayacaksın. Olsun varsın sana bir şey olmasın :)

25 Şubat 2014 Salı

HAVADA KALMIŞ NE VARSA

Havada kalmışlığın hafifliği rahattır. Böyle düşünüyordum aylar önce. Başkasını suçlamak her zaman daha kolaydır. Başkasını suçladığın zaman daha fazla yol varmış gibi görünür. Vardır ama o başkası hiç bir yolu seçmemiştir. Suçlarsın.. Ama o yolu uzaktan görmekle, yolun tam başında durmak çok farklıymış. Hatalar yaparsın, bakarsın ki aslında o kadar çok yol yokmuş ama bir o kadar da çok yol varmış, gönülden arzulayınca. "Rızasız bahçenin gülü derilmez." diyor ya Neşet Ertaş bence çok haklı. Rızayı kendimde görüyorum. Gül bahçelerine karışmak benim için sanki çok kolay. İçimde heves var, coşku var. Bir o kadar da korku. Kimi zaman karışamıyorum havaya. Bu sefer havada kalmışlığın hafifliği değil ağırlığı çöküyor üstüme. Şekeri çok seven ama şeker hastası olan bir çocuğa anlatamazsın ya durumu bazen tam öyleyim. Çok sevdiğim bir şey çok sevdiğim için öldürecek sanki beni. Hep havaya atıyorum. Keskin cam parçaları gibi birikip üstüme yağacaklar diye korkuyorum. Ondan telaşım belki. Neyse zaten kimse kolay olacağını söylememişti. Aylar sonra farklı düşünürüm belki kim bilir. Ne de olsa zaman çok tuhaf bir yapıştırıcı.

17 Şubat 2014 Pazartesi

O BENİM DÜNYAM

Dünyaya bakıma muhtaç bir bebek olarak  gelmemiş olsak, herkes bir yerlerden bir şekilde adam, kadın olmuş olarak gelse. Mesela başka bir gezegende büyüsek ve bizi dünyaya fırlatsalar. Kimseyle iletişime geçmesek, sadece baksak dünya nasıl bir yer diye. Ha öyle dünyayı kurtarmak gibi ulvi görevlerimiz olmayacak ama. Bir bakıp çıkacağız kardeşim havasında gelmiş olsak. Güneşin doğuşunu izlesek, sabahın mis havasını içimize çeksek. Dünyanın güzel ormanlarında yürüyüş yapsak, nefis meyvelerinden, yemişlerinden tatsak. Sonra birden bire hava kararsa, denizleri görsek uçsuz bucaksız. Otursak sahile yıldızları seyretsek. Ve de ay olsa hem de dolunay. Bakıp bakıp ürpersek. Ay ışığını izlesek, yakamoz görsek. Gecenin de mis havasını içimize çeksek. Ardından yağmur yağsa, toprak koksa. Başımız dönse o güzelim kokudan, uzansak çimlere... Ne güzel olmaz mıydı?..