2 Kasım 2016 Çarşamba

PUS


Dostlar tek tek sırt çevirmekte, yaş uzamakta ve adımlar kısalmakta idi. Hissettikçe yaşlanıyorduk sanki. O kalbi attıramadık mesela, o şehre gidemedik, sokaklarda dans edemedik, rakımızı keyifle içemedik. Zaman tüm bunları çarpıp, bölüp ve dahi toplayıp canımızdan çıkardı. Uzun ince yollarda yürümeyi beceremedik. Yolun uzunluğunu bildik, ruhumuz inceldi ama o adımı atamadık işte. Yerimizde saydık, içimiz soğumadı söylendik. Tükendik mi, tükenmeye mi yüz tuttuk?
Bilenimiz çıkmadı.

13 Ekim 2016 Perşembe

SON TEMAS



Tabut açıldıktan sonra bembeyaz kefene sarılı bir bebek gibi çukurun içine koydukları o an var ya işte en kıymetli an oymuş. Çünkü dünyaya veda edebilmek için son şansın o kısacık zaman. Bunu hissetmiştim. Yağmur yağıyordu ve ben hayatımda ilk defa ıslanmaktan nefret etmiyordum. Oysa sabah evden çıkarken aynı şeyleri düşünmüyordum. Her şey ne kadar da hızlı değişmişti. Tam üzerimde heybetli bir ağaç vardı. Yağmur, mezarlığın kasvetinin altını iyice çizmek istercesine aralıksız yağıyordu. Ağaçları düşündüm. Kök saldıkları bu mezarlık esas onların mekânıydı, bizim değil. Buraya ziyaretçi olarak geldiğimde sadece toprağa koyduğum canımın parçasını düşündüğümden onlara daha önce bu gözle bakmadığımı fark ettim. Zaten artık bunu düşünmek için çok geçti. Heybetli ağaca gözlerimi çevirdim son kez. Ardından dünyadan alacaklı gözlerle herkesin yüzüne tek tek baktım. En çok da annemin yüzüne… Ona veda etmek en zoruydu. Herkes ağlıyordu. Bir cenazede başrolde gözyaşından başka ne olabilirdi ki? Ne ilginçtir ki her gün selamlaştığım karga bile cenazemdeydi. Oydu emindim, benim için bütün kargalar oydu zaten. Onu her sabah yürüyüş yolumda, köprünün üzerinde görürdüm. Son sabahımda da her sabah olduğu gibi gülümseyerek yanından geçmiş, belli belirsiz bir günaydınla onu selamlamıştım. Hayvanlarla konuşmayı severdim ama bu defa o benimle konuşuyordu. Önce onu duyduğuma inanamadım sonra da onu duymama sebep ölü oluşuma. Meğer her sabah yanından geçtikten sonra uzaktan beni izlermiş. Olay günü de yolunda gitmeyen bir şeyler olduğunu anlayıp önce hastaneye, sonra mezarlığa kadar takip etmiş beni. Keşke o arabanın sana çarpmasına engel olabilseydim diyordu. Bütün selamlarımın karşılığını verebileceği bu son anı kaçırmamak için bana görünmek, konuşmak istemiş. Mutlu olacağımı biliyordu, gerçekten de onu duymak beni mutlu etmişti. İnsan bu durumda bile mutlu olabiliyormuş demek. Bütün bunları bir çırpıda anlattıktan sonra tam üzerimdeki heybetli ağaca kondu. Ağaç da bana hoş geldin mi yoksa güle güle mi demek istedi bilinmez  üzerime tek bir sarı yaprak bıraktı. Düştüğü yeri hissettim sanki. Ağacın hediyesi bana dünyadan kalan son şeydi. Küreklenen ilk toprak üzerime atıldığında gülümsüyordum. Dünya çamurla karışık topraklarla görüş alanımda çıkıyordu. El sallamak istedim ama yapamadım. Karanlık oldu aniden. Karanlıktan korkmam ama yalnızlık beni ürkütüyordu. Dışarıdakileri düşündüm. İnsanlar gitmiş olmalı ve karga da.



22 Aralık 2015 Salı

BAZEN

Nasıl ki belli bir yaşa geldikten sonra dünyanın sayılı zenginleri arasına gireceğinize inanmıyorsunuz.
Nobel ödülü alacağınıza.
Oscar ödüllerine koşacağınıza inanmıyorsunuz.
Kansere çare bulacağınıza, dünyanın en güzel şarkısını besteleyebileceğinize nasıl ki inanmıyorsunuz.
Aşk'a da öyle inanmayın.
Nasıl ki tüm bunlara inanmazken gerçekçiyseniz, öyle kalın.
Dünyada milyonlarca insan var ve bazılarınız ruh eşini(!) hiç bir zaman bulamayacak.
Çoğunuz asla sevilmeyecek.
Güvenemeyecek.
Huzur bulamayacak.
Yetinmeyi öğrenecek.
Buna inanın.
Sorgulamanın çare etmediği gerçeklere inanın.
Gerçekler hayal ettiklerinizden daha çok mutluluk getirir.
Bazen.



9 Mayıs 2015 Cumartesi

YAŞ: ÇOCUK

Herkesi mutlu etmeye çalışırken hayat o kadar güzel ki. Birileri için bir şeyler yapmak, dudağının kenarına bir gülücük kondurmak, kalbine bir kere dokunabilmek çok kıymetli.
Bütün bunlara kaptırınca insan kendini huzurlu hisseder. Hep söylenen özlü sözlerdeki gibi oturup bir şeyler beklemek yerine bir şeyler yapıyordur çünkü.
Belki de tüm kırılgan insanların ortak yalanı bu. Saklandıkları maske böyle daha alıcı. Durmadan koşarsan etrafındakilere dikkatli bakamazsın çünkü.
Bir gün olsun yavaşlarsan farkedersin ve düşünürsün ki çok sevdiğin şarkıda dediği gibi ''bana gelince hayat neden masalsız..''

Bu dünyada bütün yetişkinlerin ortak kaderini büyüyüp de dört duvara sıkışınca anlarsın.
Hayal ettiklerinle var edebildiklerin arasındaki farkı sindirebilmekle geçer her günün. 

Sen büyüdükçe aile fertlerin küçülür, bir bakmışsın sen onların derdi için debeleniyorsun.
Dağılıp giderken aklındaki son mutlu kare, aynı sofrada bir kere olsun beraber olabilmek en ulaşılmaz hayalin olur.

Hiç biri yetmez bir de aşık olursun. Aşk seni sarsıp hayatına girdiğinde daha dengeni bile bulamadan yere kapaklanırsın.
Günler, haftaları, ayları kovalarken farkına varırsın. Sen 17 Ağustos depremindeki gibi enkazın altında kalmışsın ama o üzerine çoktan kat çıkmış.
Hala bazen kısık bazen yüksek sesle enkazın altından zavallıca söylenirsin.
Sesimi duyan var mı..

Bütün bu aşamaların en azından birinden bile yara almış tüm insanlar için dilerim ki her zaman mutlu anlar hafızada, kocaman kahkahalarda olsun. Kötü şeyler küçük bir yazı.

21 Ocak 2015 Çarşamba

ANIT İNSAN OLMA EŞİĞİ

Bazı insanlar kimilerinin hayatında bir şehrin simgesi gibidir. Yıllarca o şehre gitmeseler de, önünden geçerken kafalarını kaldırıp bakmasalar da bilirler. O şehrin simgesi oradadır. İzmirliler için Saat Kulesi gibi mesela. Kaçımızın Saat Kulesinin önünde fotoğrafı var? Bir şehrin simgesi gibi davranırlar bazen size. Yeriniz ayrıdır. Hep hatırada, hep olduğu yerde. Arkalarını dönüp gitseler bile bilirler. Şehrin simgesi insan öyle anıt gibi durur olduğu yerde. Hangi rüzgar, hangi sel, hangi deprem yıkabilir ki anıt insanı. Saat Kulesi değil de bir kaldırım taşı olmayı özlersin.

13 Aralık 2014 Cumartesi

İÇİNDE AŞK GEÇEN BİR ŞEY SÖYLESEM MAVİ GÖKYÜZÜ DERDİM

Güneşli bir öğleden sonra, akreple yelkovan bile yer değiştirmeye üşenirken, hiç kimsenin aşka ayıracak vakti yokken ve bunu istemiyorken. Dünyanın bütün şehirleri, yasanan hayatlar, kadınlar, adamlar, ıskalanan aşklar... Ayni anda, ayni yerde ama ayni frekansta olmayan insanlar ve can yakan görünmez duvarlar bir araya toplanmışken... Nereden baksan alfabenin yarısı kadar harf vardi aranızda ve uzaktınız. Elinizin tersiyle sevilmeyi itip sevmeye yüreklendiğiniz zamanlardı fakat yalnızdınız. Bu ne biçim hikaye böyle. Sustum.